Hakk'ı İstersen Yürü İnsan'a Bak

MAKAM-I CEM

MAKAM-I CEM
 
Cem'e vâsıl olanın garip olur ahvâli;
Hak'dır burada zahir; halksa bulur zeali.

Hakk'ın Zât'ıyla, mürîd, giyinmekte bir libas;
Beşeriyyeti olur zâhirî bir iktibas.

Cem makamında mürîd Hakk'ın Zât'ıyla mevcûd;
Bu idrâk ile Hakk'a Hakk ile eder sücûd.

Hakk ile Hakk olmuştur; edilmez artık tadlîl;
Ârif için ahvâli yalnızca Hakk'a delîl.

Sırr'rıyla parıldayan apâşikâr bir mâhdır;
"Fe eynemâ tüvellû, fe semme vechullah"dır.

Bu makamda mürîde cümle halk bâtın olur;
Nereye dönersen dön, eşyâ mir'âtın olur.

Bütün zâhirî esbâb ifnâ olur gözünde;
Sebebü-l Esbâb ile fâil olur ve zinde.

Hiç bir çile, meşakkat döndürmez O'nu Hakk'dan;
Helâl eder hakkını herkese, bil ki, sıdkan.

Hakk'ın Kelime'sidir; evsâfı Rûhullah'dır;
Eğer temyîz edersen, ne emîn bir penâhdır!

Bu makamda çözülür İsâ'nın tüm esrârı;
Olur zîrâ, Sırrü-s Sır, Rûh'un aslî makarrı.

Nasıl olursa namaz mü'minlerin Mi'râcı,
Oruç da bu mak mın remzidir ve sirâcı.

Mahzâ Rahmet olmakta Cem'i zevk eden mürîd;
Kılmaktadır bu makâm İnsân'ı aslî, ferîd.

Bu nefeste geçen bazı deyim, kavram ve kelimelerin kısa açıklamaları:
Makam-ı Cem: Tevhîd Mertebeleri'nin dördüncüsü ve Beka Mertebeleri'nin ilkidir.
Zevâl: (1) Yerinden ayrılıp gitme; (2) Sona erme, yok olma; (3) Güneş'in batımına yaklaşması.
Mürîd: Bir mürşide bağlı olan kimse.
Libâs: Elbise.
Beşeriyyet: Beşer olma niteliklerinin tümü.
İktibâs: Ödünç alma.
Sücûd: Secde etme.
Tadlîl: Doğru yoldan çıkarma, azdırma, ayartma.
Delîl: (1) Yol gösteren, kılavuz; (2) Şâhit, belge, tanık.
Mâh: Ay.
Fe eynemâ tüvellû, fe semme vechullah: "Nereye dönerseniz dönün, Allah'ın yüzü oradadır" (Bakara/115)
Esbâb: Sebepler.
İfnâ: Yok olma, kaybolma.
Sebebü-l Esbâb: (1) Sebeplerin sebebi; (2) Allah. Zinde: (1) Diri, yaşayan, canlı; (2) Dinç, sağlam, güçlü, kuvvetli.
Meşakkat: Zorluk.
Sıdkan: Doğrulukla, içtenlikle, gönül hoşluğu ile, samimiyetle, hâlis niyetle, yürek temizliği ile.
Kelime: (1) İnsân-ı Kâmil, bir bütün olarak İlâhî kemâli kendi
varlığında gerçekleştiren insân; (2) Bütün peygamberlerin ve velîlerin
hakîkatlerine özellikle Hz. Peygamber'in hakîkatine (Hakîkat-ı
Muhammediye) "kelime" denir; (3) Allah'ın "Kün/Ol" emrine işârettir.
Allah, bir şeye "Kün/Ol" deyince o şey olur. İşte buradaki "Kün/Ol"
kelimesi yaratma vasıtasıdır; (4) Külli irâdenin sûreti ve yaratma
aracı olan "kün".

Rûhullah: Allah'ın rûhu. Cenâb-ı Hakk Kur'ân'da: "Muhakkak ki Biz
emâneti göklere, arza ve dağlara sunduk. Onu yüklenmekden kaçındılar.
Onu insân yüklendi..." (Azhâb/72), ve "Onu (Âdem'i) bir sûretle
sûretlendirip de içine Rûh'umdan üfürdüğümde derhâl ona secde edin!"
(Sâd/72) demektedir. Buna göre insânın kabûlettiği emânet Allah'ın
Rûh'undan başka bir şey değildir. Allah'ın Rûh'u bütün Mükevvenât'ta
yalnızca insânda bulunmaktadır. Bunun içindir ki insân Eşrefü-l
Mahlûkat'tır (Yaratılmışların en şereflisidir). Ancak beşer düzeyindeki
insân taşımakta olduğu bu İlâhî Emânet'in idrâkinde değildir. Bu idrâk
ancak nefsini tezkiye ederek açık şirklerden arınan ve korunan ve
akabinde de Tevhîd Mertebelerini yaşayarak gizli şirklerden arınan ve
korunan İnsân-ı Kâmiller'de yeşermektedir. İşte yüklendiği İlâhî
Emânet'in mâhiyetinin, kadrinin ve sorumluluğunun bilincini kazanmış
olan bu kâmil Ârifler'e Rûhullah denir.

Penâh: Sığınacak yer.
Makarr: Karar edilen, durulan yer, merkez.
Sirâc: Işık, kandil, mum.
Ferîd: Tek, eşsiz, eşi olmayan, kıyas kabul etmez, üstün, ölçüsüz.
XIV. DERSİN YORUMU
1-5. beyitler:
Cem'e vâsıl olanın garip olur ahvâli;
Hakk'dır burada zâhir; halksa bulur zevâli.

Hakk'ın Zât'ıyla, mürîd, giyinmekte bir libas;
Beşeriyyeti olur zâhirî bir iktibas.

Cem makamında mürîd Hakk'ın Zât'ıyla mevcûd;
Bu idrâk ile Hakk'a Hakk ile eder sücûd.

Hakk ile Hakk olmuştur; edilmez artık tadlîl;
Ârif için ahvâli yalnızca Hakk'a delîl.

Sırr'ıyla parıldayan apâşikâr bir mâhdır;
"Fe eynemâ tüvellû, fe semme vechullah"dır.

Tevhîd Mertebeleri'nin dördüncüsü Cem Makamı'dır ve aynı zamanda bu
makam "Beka Mertebeleri"nin de başlangıcıdır. Beka, ölümsüzlük demektir
ve Allah'ın El- Bâkî yâni "Her şeyin sonu gelip çattığında var olmaya
devâm eden yegâne Zât" ismine işâret eder. Bekabillâh ise nefsiyle ölü,
Hakk ile diri olmak demektir. Çünkü ölmeden önce ölmek sûretiyle bu
makama gelmiş olan kişiye ikinci Sûr'un üflenilmesi ile Hayy/Hayat
bahşedilmiş, Lâ'dan illâ'ya geçilmiştir. Artık Allah'a seyir bitmiş,
Allah'dan ve Allah ile seyir başlamıştır.Bu makamda Hakk zâhir, halk
bâtın olmuştur. Bu makama Hz. Peygamber (SAV)'in: "Kulunun lisânından
söyleyen, işiten ve şükreden Allah'tır" hadîsi delil olarak gösterilir.

İşte Ganiyy-i Muhtefî, 1. beyitten itibâren Cem Makamı'nı anlatmaya
bağlamakta ve bu makama ulaan kişinin durumunun şaşılacak, bambaşka
özellikler sergilediğini söylemektedir. Şüphesiz garip sözcüğü ile
ifâde edilen bu durumu dışarıdan bakan bir göz olarak anlamamız mümkün
değildir. Vurgulanan tek şey vardır o da: Bu makamda Hakk'ın zâhir;
halkın ise bâtın olduğu gerçeğidir. Acaba bu ne anlama gelmektedir?

Bu sorunun cevabı Ganiyy-i Muhtefî tarafından 2. beyitte
açıklanmaktadır. Hakîkate talip olan kişi Fenâ Mertebeleri'nde de
anlatıldığı gibi fiillerinden, sıfatlarından ve zâtından soyunmuş ve
çıplak olarak bu makama gelmişti. Şimdi ise Hakk, Zât'ıyla bu kişiye
yeni bir elbise/libâs vermiştir ve böylelikle bu kişinin beşeriyeti,
insanî yönü yalnızca iğreti bir görüntüye dönüşmüştür. Daha net bir
ifâde ile kul, "Hakk'ın rengine" (Sıbgatullah'a) bürünmü tür. Bu
mertebede kuldan söyleyen Hakk'tır.

3. beyitte Ganiyy-i Muhtefî; nefsiyle değil, Hakk'ın Zâtı ile var
olan hakîkat yolcusunun, bu gerçeği idrâk etmesiyle Hakk'a Hakk ile
secde ettiğini anlatmaktadır.

Tevhîd-i Zât'a kadar yâni Uruc Kavsi boyunca ki i daha yolun başında
olduğundan her işin, her sıfatın ve her varlığın Hakk'tan ayrı
olduğunun zannı içerisindeydi. Ama sonradan Nüzûl/iniş Kavsi'nin
başlangıcını teşkil eden Cem Makamı'nda "Hayy nefesinin" etkisiyle
kendisinde uyanmaya başlayan yeni bir akıl (Akl-ı Meâd) ile her şeyin
Hakk'ın Zât'ı ile kaim olduğunu, Hakk'tan gelip Hakk'a gittiğini ve
hattâ kendi Zât'ının Hakk'ın Zât'ından farklı olmadığını idrâk etmitir
. İşte bu makamda kişinin secdesi artık "Hakk'tan Hakk'a" dönüşmüştür.
Çünkü burada yalnız Hakk vardır; secde eden de, edilen de aynı
hakîkatte toplanmışlardır. Bu tıpkı Güneş'in tam tepede olup, gölgeyi
yok ettiği an veyâ saat on ikiyi gösterdiğinde "akreple yelkovanın
birbiri üzerinde olduğu için görünenin yelkovan mı, yoksa akrep mi"
olduğunun anlaşılamaması gibidir. Halk, Hakk'ın bâtınında kaybolmuştur.
Kâbe'nin içinde her yer kıbledir.

4. beyitte ise Ganiyy-i Muhtefî , "Hakk ile Hakk olan" kişinin artık
hâlinin değiştirilemeyeceğini vurgulayarak, irfân sâhibi olan kişiden
açığa çıkan özelliklerin yalnızca Hakk'ı gösterip, belgelediğini, O'nu
işâret ettiğini ilâve etmektedir. O, bu durumu ile Hakk'ın Güneşi'ni
yansıtan bir Ay olmuştur. Bu nedenle nereye dönerse dönsün, Onun nûrlu
yüzünde/vechinde hep Hakk'ın Nûru görünmektedir. O;
doğusuyla-batısıyla, zâhiriyle-bâtınıyla, rûhuyla-bedeniyle Hakk'ı
izhâr etmektedir.

6-12. Beyitler:
Bu makamda mürîde cümle halk bâtın olur;
Nereye dönersen dön, eşyâ mir'âtın olur.

Bütün zâhirî esbâb ifnâ olur gözünde;
Sebebü-l Esbâb ile fâil olur ve zinde.

Hiç bir çile, meşakkat döndürmez O'nu Hakk'dan;
Helâl eder hakkını herkese, bil ki, sıdkan.

Hakk'kın Kelime'sidir; evsâfı Rûhullah'dır;
Eğer temyîz edersen, ne emîn bir penâhdır!

Bu makamda çözülür İsâ'nın tüm esrârı;
Olur zîrâ, Sırrü-s Sırr, Rûh'un aslî makarrı.

Nasıl olursa namaz mü'minlerin Mi'râcı,
Oruç da bu makamın remzidir ve sirâcı.

Mahzâ Rahmet olmakta Cem'i zevk eden mürâd;
Kılmaktadır bu makam İnsân'ı aslî, ferîd.

6-7. beyitlerde Ganiyy-i Muhtefî, Makam-ı Cem'de bulanan kişinin
idrâkinde tüm halkın silinip "bâtın" olduğunu ve bu kişinin nereye
dönerse dönsün eşyânın/varlığın aynasından yalnızca Hakk'ı gördüğünü
söylemektedir. Böyle bir kişinin gözünde artık tüm dış sebepler yok
olmuş, sebepler perdesinin gizlediği/sakladığı Hakk güçlü bir şekilde
tek fâil (işi yapan) olarak ortaya çıkmıştır. Daha önce de söylediğimiz
gibi perdenin ardındaki Zât'ın kendini göstermesi ile "Karagöz
Perdesi"nin önündeki sahne ve oyuncular kaybolmuşlardır. Kur'ân'ın
ifâdesi ile söylersek: "Hakk gelmiş, bâtıl zâil (sona erme) olmuştur."
(İsra/81)

İrfânî düşüncede Makam-ı Cem "Gece" ile sembolize edilir. Çünkü
gecenin karanlığında eşyânın nakışları silinmiş, el ayak çekilmiş,
çokluk/kesret yerini Vahdet'e (Birlik) bırakmıştır. İnsân rûhunun
erdirici ve oldurucu hamlelerine gecelerin kaynaklık yaptı ı bilinen
bir gerçekliktir. Gecede Hakk zâhir, halk bâtındır. Belki de gece
namazlarındaki okuyuşun -gündüz namazlarının aksine- sesli yapılması
Hakk'ın insânda zâhir olmasıyla yakından ilgilidir.

"Makam-ı Cem"e, Kur'ân'da üzerine yemin edilen " ncir"in de işâret
ettiğini söyleyenler olmuştur.(Tîn/1) içinden binlerce çekirdek
olmasına rağmen incirin tek oluğu böyle bir benzetmeye (tekabüle) zemin
hazırlamışolabilir. O içteki çekirdeklerin her biri birer incir ağacı
(halk) kapasitesinde olduğu halde, tek incirin (Hakk) içinde kalmıştır.
Yâni Hakk zâhir, halk bâtın durumdadır. Ganiyy-i Muhtefî, 8. beyitte
hiçbir çile ve zorluğun Makam-ı Cem'i idrâk etmiş bir kişiyi Hakk'tan
döndüremeyeceğini kesin bir dille vurgulamaktadır. Çünkü Cem Mertebesi
"Hakîkat" mertebesidir ve bu mertebede eksiklik, yanlışlık, çirkinlik
yoktur. Her şey yerli yerincedir ve Hakk ile Hakk üzeredir. Böyle bir
zevki tadan kişide "Hoştur bana senden gelen" düşüncesi hâkimdir. Bu
nedenle kimseye kızmaz, kırılmaz, darılmaz, her şeyi "mahzâ hayır"
olarak değerlendirir ve herkese hakkını helâl eder/bağışlar. Kimi kime
şikâyet edecektir? Ve bunu yaparken de hakîkate vâkıf olmanın
içtenlişi, doğruluğu, gönül hoşluğu ile yapar.

Makam-ı Cem'de bulunan kişiyi Ganiyy-i Muhtefî, 9. beyitte "Hakk'ın
Kelimesi" olarak nitelendirmekte ve sıfatını da "Rûhullah" olarak
vermektedir. Sonra da toplum içinde kendini sırlayan/eriten bu kişileri
teşhis etmenin zorluğuna dikkat çekerek eğer bulunabilirlerse bu
insânların yanlarının "beled-il emîn" (Tîn/3) gibi en güvenilir yer
olduğunu bildirmektedir. Çünkü onlar "Rahman'ın Nefesi"nin taşıyıcıları
ve nefislerini "Meryem" kılmış tâliplerin İsâ'nın zuhûruna yol açacak
olan mânevî dölleyici rahmet elçileridir.

10. beyitte ise Ganiyy-i Muhtefî, "Mak m-ı Cem" ile "Hz. İsâ"
arasında bir özdeşlik kurmakta ve Hz. İsâ'nın bilinmezliğinin tüm
ayrıntılarının bu makamda çözüldüğünü/aydınlandığını, bu nedenle de Cem
Makamı'nın gizlilerin gizlisi olan "Rûh"un özel yeri olduğunu
söylemektedir.

Kur'ân, Hz. İsâ'dan bahsederken onu bazen "kelimetin minallah"/
"Allah'dan bir Kelime" (Âl-i İmrân/39) bazen de "kelimetuhû"/"O'nun
Kelimesi" (Nisâ/171) olarak vasıflandırır. "Kelime" ifâdesi Kur'ân'da
çoğunlukla "Allah'ın İrâdesi"nin bir tezâhürü/yansıması/tecellîsi
olarak kullanılır. Bu tanımlama, Hz. İsâ'nın nefsini yalnızca dünyevî
ihtiyaçlarını minumum seviyede karşılayacak bir noktaya indirdiğini ve
"Rûhâniyet"ini tam anlamı ile açığa çıkardığına işâret
etmektedir.Böylece Hz. İsâ, Allah'ın irâdesinin bir başka deyişle
"Kün/Ol" emrinin/kelimesinin "ete kemiğe bürünmüş" Şekli olmuştur. Ona
"Rûhullah" denmesinin bir nedeni de budur. Çünkü O, Allah'ın
rûhunu/dirilişini taşımaktadır ve hayat soluğu/nefesi onun varlığıyla
âleme yayılmaktadır. Kur'ân Hz. İsâ'nın bu özelliklerini şöyle
vermektedir:

"Gerçekten de ben size Rabbinizden bir âyet getirdim. Ben size
çamurdan kuş sûreti gibi bir şey yapar ve sonra ona üflerim de Allah'ın
izniyle derhâl bir kuş olur.

Allah'ın izniyle anadan doğma körü ve cüzzamlıyı iyi eder, ölüleri
diriltirim. Evlerinizde ne yiyor, ne biriktiriyorsanız size haber
veririm. E er inananlardansanız bunlarda sizin için bir ibret vardır.
(Âl-i İmrân/49)

Ganiyy-i Muhtefî, "İsâ'nın tüm esrârı" derken Hz. İsâ'nın tavrının
(Tavr-ı İseviye) Makam-ı Cem'de bulunan kişiye yaşatıldığına dikkat
çekmektedir. Bundan da anlıyoruz ki, Makam-ı Cem; kişinin kendisini,
"Allah'ın Kelimesi" veyâ "Rûhullah" olarak idrâk ettiği bir makamdır.
Bu makamda olanlar tıpkı Hz. İsâ'da olduğu gibi "nefis balçığına"
batmış insânları "Rûhun Güneşi"ne döndürebilir, "ölü/kadavra varlığa"
bürünmüşleri yeniden diriltebilir, nefsen hasta ve hakîkate karşı kör
olanları tekrar ışığa/sağlığa kavuşturabilirler.

11. beyite Ganiyy-i Muhtefî, Hz. Peygamber (SAV)'in: "Namaz mü'minin
Mi'râcıdır" hadîsine atıfta bulunarak başlıyor ve namaz nasıl Mi'râc'ın
sembolü/işâreti ise orucun da Makam-ı Cem'in delili/sembolü ve ışığı
olduğunun önemle altını çiziyor. Daha önce kişinin Tevhîd-i Zât'a kadar
olan Fenâ Mertebeleri yolculu- unun Uruç Kavsi olduğunu söylemiştik.
Buna Mi'rac Kavsi adını da verebiliriz;

çünkü bu makamlar idrâk/terakki/yükselme makamlarıdır. Kişinin de
namazda Allah'a en yakın olduğu yer secde yeridir. Çünkü bu yere kadar
kişi kıyam'da başlayan rükû ile devam eden ve secde ile noktalanan
eylemlerinde gittikçe küçülerek hiçliğini gösterir ve varlığını yok
ederek Rabb'a iade eder. Tıpkı ef'âlini, sıfatını ve zât'ını Hakk'a
vererek Mi'râc'ını gerçekleştiren sâlik gibi.

Mi'râc'ta Cenâb-ı Hakk harîmine kabul ettiği kulunu Güzel
İsimleri'nin (Esma'ül Hüsnâ) tecellîlerine mazhar kılar ve onlarla
güçlendirir. İşte Makam-ı Cem kişinin ulvî yeteneklerle, kudret ve
tasarruf yetkisi ile donatıldığı bir makamdır. Bundan sonra kişi Beka
Mertebeleri'ni oluşturan Nüzûl/İniş Kavsi ile yeniden bu âleme
döndürülür. Artık bu kişinin orucu başlamıştır. Şüphesiz bu oruç, yeme
ve içmeyi terk etmek anlamına gelen bilinen oruç değildir. Bu oruç,
Allah'ın kuluna Mi'râc'ta verdiği "kudret, himmet ve tasarruf
yetkisini" edeben saklama/ göstermeme/izhâr etmeme orucudur. Başka bir
deyişle tasarruf fakîri orucudur. Çünkü Beka bilincine erişen kişiler
muazzam bir rûhânî kudretle ve Varlık hakkında da en yüce bilgilerle
donatılmış olmalarına rağmen kendilerini sürekli sırlarlar. Çünkü onlar
Sultâni İrâde'ye tabîdirler ve edindikleri Mârifet onları kendi hür
seçimleri ile tasarruf yetkisini kullanmalarına mânîdir. Eğer
kullanmaları yönünde ilâhi bir işâret alırlarsa bunu da dışarıya belli
etmeden özel bir yolla gerçekleştirirler.

Ganiyy-i Muhtefi, Makam-ı Cem nefesi'nin 12. ve son beytinde; bu
makamı zevk eden kişinin âleme yalnızca Rahmet olduğunu ve yine bu
makamın insânı eşsiz/ üstün kıldığını söylemektedir. Zâten "Âlemlere
rahmet olarak gönderilen" bir Peygamber'in ilminden nasiblenen bir
kişinin de çevresine rahmet kaynağı olmasından başka bir seçeneği
yoktur.

XIV. Dersin Kıssadan Hissesi
Cem makamını kazanan sâlikin beşeriyeti zâhirî bir iktisâb olur. Bu
görüntünün setrettiği ise Hakk'ın Zât'ıdır. Sâlik artık Hakk'ın
Zât'ıyla mevcûddur. Anlayana onun bu ahvâli yalnızca Hakk'a delîl olur.