Hakk'ı İstersen Yürü İnsan'a Bak

- III - MELAMİYEİ BAYRAMİYE ve MELAMİYEİ ŞETTARİYE‏

 

                               - III - 
     MELAMİYEİ BAYRAMİY ve MELAMİYEİ ŞETTARİYE


1 - ÖMER DEDE:

 

   Hacı Bayramı Veli'nin halifelerinden ÖMER DEDE koluna Melamiyei Şettariye veya Melamiyei Bayramiye denir. Ömer dede'nin çeşitl isimleri vardır: Göynüklü Ömer dede, Pıçakçı Ömer dede, Bıçakçı Ömer dede, Bursalı Ömer dede gibi... Hacı Bayramı Veli'nin çok sevdiği ihvanından ve halifelerindendir. Hacı Bayramı Veli ölüm döşeğinde iken üç defa (EMİR SU GETİR) diye seslenir. Bir ihvan su getirir, Hazret bir daha seslenir. Bu defa bir başkası su getirir. Olay üç defa tekrarlanır. Üçüncü sefer Ömer dede kalkar, suyu verir. Hacı Bayramı Veli suyun bir kısmını içer, sonra Ömer dede'ye teveccüh buyurarak:

   <<-Artanı da sen iç, emniyeti kübra'ya nail olasın>> der.

   Ömer Dede suyu içer. bu hareket hilafetin Ömer Dede'ye devri anlamındadır. Nitekim suyu içen Hacı Bayramı Veli alemi bekaya uful eder. Ömer Dede, şeyh olduğu halde Akşemseddin ihvandan biat alır. Ömer Dede, Hacı Bayram'ın göçünden sonra Akşemseddinle çatışmaz, Ankara'dan ayrılır.

   Göynük'e gelip yerleşen Ömer Dede, burada şeyhliğine devam etmekte ve İhvanına melameti telkin ve tedris etmektedir. Hırka, Taç, Asa gibi Hacı Bayramın Pir'lik işaretleri Ömer Dede'nin nezdindeydi, fakat Ömer dede'nin şekle değer verdiğini gören olmamıştı, O, bir rint, dünya metaına, dünya ikbaline sırt çevirmiş bir  büyük yiğitti. Ermişler katında dünya saltanatının ne önemi vardı ki?... Ömer Dede, cezbe de bir Pir'di. Aşk ve cezbe onda galebe çalmış, melamet neşesi onda zahir olmuştu. Bu hal Dede'nin halk nezdinde itibarını arttırıyor, ihvanı O'na koşuyordu. Akşemseddin hazretleri hükümdar şeyhi idi, Hacı Bayramı Veli'den hilafet almıştı, tarikat erkânına büyük önem veriyordu. Bu nedenle Göynük'e geldi. Ömer Dede'nin ihvanından biat istedi ve aldı. ÇÜnkü Dede, böyle şekli merasimlerle ilgli değildi, hele biat merasimlerine hiç önem vermiyordu. Biatlar alındıktan sonra Akşemseddin hazretleri, Ömer Dede'den, Hacı Bayramı Veli'nin hırka, taç ve asasını istedi. Akşemseddin bu işaretlerin kendisine ait olduğunu iddia ediyorlardı.  Ömer Dede, hayır demedi. Ancak bir şartı vardı. Emanetleri cuma namazından sonra evinde devir ve teslim edecekti. Akşemseddin bu talebi kabul edip cuma gününü beklemeyi uygun gördü.

   Ömer Dede, cumadan önce evine odunlar taşıttı, bu odunları evin etrafına yığdı ve namazdan sonra odunları tutuşturdu. Dede, Akşemseddin'e dönerek:

   <<-Emanetler içerde kaldı, buyurun alınız>> dedi ise de Akşemseddin duymamazlıktan geldi. Bunun üzerine Ömer Dede ateşn içine girdi, evine geçti. Emanetleri aldı amma dışarı çıkarmadı. Hırkayı sırtına, tacı başına koydu; Ömer Dede ateşin içinde gezindikçe hırka, taç ve asa yanıyordu. Ömer Dede ateşin içinde dolaşmaya devam etti. Hepsi yandıktan sonra ateşten çıktı. Akşemseddin bu hali görünce sesini çıkarmadı ve Ömer Dede'ye dokunmamak gereğini anladı. İşine karışmadı ve İstanbul'a döndü.

   Ömer Dede'nin bu hareketi ile Bayramiye'nin Melâmi kolu alenen izhar edilmiş oldu. Ömer Dede'nin kurduğu melâmi koluna Melamiyei Şettariye adı verildi.

 

2 - ÖMER SIKKINÎ DEDE'nin HALİFELERİ:

 

   Bayrami Melamilerin özelliklerine Hacı Bayram'ın fikir ve şahsiyeti konusunda temas edildi. İşte Ömer Dede'nin kurduğu kola mensup ihvan vahdeti vücudun temsilcisi olmakla melamiliği devam ettirdiler. Melamiyei şettariyede, Akşemseddin'in Bayramiyei Şemsiyesinden farklı olarak şiilik hakimdir; Tarikat kayıtlarından çok melamet neşesi, şekil unsurlarından ziyade temel inanç; ibadette usul ve erkân kadar zikir esas alınmıştır. Bu kol da Ehli Beyt aşkı fart bir neşedir. Melamilerde zikir ve fikir her şeyin üstündedir. Bu bakımdan kişisel haklara, hürriyete aşıktır melamiler. Tefekkür alemleri geniş ve zengindir. Bunların etkisi okadar geniş olmuştur ki aşağı yukarı bütün Bayrami şeyhleri melami olmuşlar ve kendilerini Bayrami göstermişlerdir.

   Bu şekilde teessüs eden Bayrami melamilerde silsile şöyle devam eder:

   HACI BAYRAMI VELİ - ÖMER SIKKINÎ - AYAŞLI BÜNYAMİN - AKSARAYLI PİR ALİ - İSMAİL MAŞUKİ - HELVAYİ BABA - AHMET SARBAN - ŞEYH HASAN - ŞEYH AHMET - EMİR HALİL AĞA - NALINCI MEHMET DEDE - EDİRNELİ PİR AHMET - ANKARALI ŞEYH HÜSAMEDDİN - BURSALI ŞEYH HASAN KUBADİZ - LÂMEKÂNİ HASAN KAZZAZ - BOSNALI HAMZA BALİ - ŞEYH ALİ - İDRİS MUHTEFİ - BEZCİZADE MUHİTTİN - TIFLİ EFENDİ - PİR SARITAŞ - HALİL PAŞA - HÜSEYİN AĞA - SARI ABDULLAH EFENDİ - LÂLİ ŞEYH MEHMET - SÜTÇÜ BEŞİR AĞA - DİLAVER AĞA. (5)

   Zamanla gelişen melamiler din adamları, hocalar ve şeyhül islam ile ters düşmeye başlamışlar, bilhassa cezbe halinde söyledikleri ve yaptıkları tepki ile karşılanmış, genç ve müptedi melamilerin yada cezbe halindeki melami ihvanın şeriat erbabı tarafından tekfir edilircesine horlanmaları diğer melami erbabını da isyan ettirmiş ve arkadaşlarını koruma yolunu tutmuşlardır. Bu yüzden erbabı şeriat ile melamilerin arası gittikçe açılmış, buna devlet ve millet görüşlerindeki farkta ilave edilince, Melamiler ikinci devrelerinde sık sık hükümdarın takibine ve mahkemeye sevk edilme ve şikayete muhatap olma talihsizliğini tatmışlardır.

   Mesela Pir Ali, Kanuni Sultan Süleyman'a şikayet edilmiş, fakat Kanuni gerçeği anlayıp Pir Ali'yi tanıyınca O'na hürmet ve saygı göstermiştir.

   Pir Ali'nin oğlu İsmail Maşuki 12 müridiyle birlikte, Şeyhül İslâm Kemal Paşa zadenin fetvası ve hükümdarın fermanı ile,1529 yılında Sultanahmet meydanında idam edildi.

   İdris Muhtefi hakkında çeşitli yakalanma müzekkereleri olmasına rağmen bulunamadığından padişah fermanı ve şeyhülislam fetvasıyle ölümden kurtulmuştur.

   KÖPRÜLÜ FAZIL AHMET PAŞA  MELÂMİ DÜŞMANI İDİ, bir çok melami şeyh ve ihvanını katlettirmişti. Melâmi Şeyhi Sütçü Beşir ağa idam edilmiş ve cesedi denize atılmıştır. Beşir Ağa ile birlikte bir çok melami'de idam edilmiştir.

   BEŞİR AĞA'nın idamından sonra Osmanlı devleti sınırları içinde melamiler gizlenmek ihtiyacını duydular. Melâmilik gizli gizli devam etti. Melami şeyhi Ahmed efendi Yanya, Serez, Koçana tarflarına giderek melamiliği oralarda yaydı. Böylece üçüncü devre melamiliğin doğuşu için gerekli ortam hazırlanmış oluyordu.

   Melâmiler Seyyid Muhammed Nur'un zuhuruna kadar şeriat erbabı ve sultanlık idaresinden gizlenmek zorunda kalmışlardı. Üçüncü devre melamete gelinceye kadar görülen durum melamilerin hür fikri ve vicdan hürriyetini savunmaları ve bu yüzden hem hocaların hem de hükümdar ve yaranının düşmanlığını kazandıklarıdır.

 

3 - HACI BAYRAMI VELİ'nin HALİFELERİ:

 

   Hacı Bayramı Veli'nin halifelerinden Akşemseddin, Bayramiyei Şemsiye tarkatının kurucusudur. Hızır Dede, Celvetiye kolunun kurucusu olan Üftade ve Aziz Mahmud Hüdai'nin şeyhi olduğundan, Bursa'lı Ömer Dede'nin ise Melâmiyei Şettariye ya da Melâmiyei Bayramiyenin kurucusu bulunduğundan evvelce bahsedildi. Fakat Hacı Bayramı Veli'nin halifeleri bu üç zattan ibaret değildir. Hacı Bayramı Veli, vefatlarında kendilerine sekiz halife bırakmışlardı. Bunlar:

  

   1. Göynüklü Selahaddini Tavil

   2. İnce Bedreddin

   3. Kızılca Bedreddin

   4. Meczup Akbıyık Abdullah

   5. Akşemseddin

   6. Mehmed Bican

   7. Ahmed Bican

   8. Ömer Sıkkınî.

  

   Üstadımız Abdülbaki Gölpınarlı Hızır Dede'nin, Meczup Akbıyık Abdullah'ın halifesi olduğunu söylerler. İslâm Ansiklopedisinin 2. Ciltteki BAYRAMİYE fırkasında Hızır Dede, doğrudan doğruya Hacı Bayram'ın halifesi olarak gösterilmektedir. Bu hususa işaret etmek görevimizdir.

 

4 - HACI BAYRAMI VELİ'nin BİR ŞİİRİNİN HAZRETİ SEYYİD MUHAMMED NUR'ül ARABİ TARAFINDAN ŞERHİ:

 

   Hacı Bayramı Veli'nin fikir ve inanç sistemini anlamak için eserlerine bakmak ve o eserdeki derinliği aksettierecek bir tefsir gücüne sahip olmak asıldır. Biz bir deryayı anlamaktan aciziz. Amma O'nu anlayan ve şerhedenler var. İşte bu nedenle üçüncü devre melamiliğini kuran Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi'nin, Hacı Bayramı Veli'nin <<-ÇALABIM BİR ŞÂR YARATMIŞ İKİ CİHAN ARESİNDE >> mısraı ile başlayan meşhur nutkuna ait şerhi aynen nakletmekle görevimizi yaptığımıza kâniiz.  Çünkü bu nutkun esrarını çözecek en kutsal el elbetteki Seyyid'in elidir. O nutkun esrarını, o nutkun gizli anlamını Seyyid Muhammed Nur'dan daha iyi kim anlatabilir? Biz de onun tefsirini aynen koymakla Hacı Bayram'ın inanç ve düşüncelerine ait lemaları intikal ettirdiğimize inanıyoruz. Aşağıda tercemesi verilen tefsir Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi'nin eseridir. Eseri Selanik halifesi ALİ URFİ efendi istinsah ve bu orijinal nüshadan aynen Türkçe'ye çevrilmiştir. Bu çevirme melâmi erenlerinden ressam Kemâl Künmat tarafından yapılmış olup eserin aslı fakirin kitaplığındadır.

 

   Bismillahirahmanirrahim

   Kalel bahrel mutamtam vessırrı mutalsam Sultanül evliya Hacı Bayramı

  

   << Çalabım bir şâr yaratmış iki cihan aresinde.>>

 

   Asıl lügati Türkide (Çalabım), Allah demektir. Şardan murat: Medine, Cemül cem ve mahruseyi hakikattır. Ve Yaratmış demek, yani izhar etti demektir. Zira yaratmak, vücudu maneviden vücudi suveriyeye intikal eylemekte, ehli zahirin ademden vücude gelmek dedikleri gibi değildir. Ve iki cihan demek: Biri hüviyet, biri eniyet. Hüviyeti bâtın Haktır, eniyet zahir haktır. Manai mısra:

   Hüviyet-i sıfat ve eniyet-i suver arasında şar-ı Hakikat ve mahsurei cemül cemi izhar eyledi. Ve ol mahsurei hakikat bu iki cihanı cami olduğu için CEMÜL CEM namı verildi. Ve CİHAN, hüviyet; CEM bâtın, yani SIFAT'tır. Ve CİHAN, eniyet; CEM, zahir, yani SUVER'dir. Bu iki cihanı camii olan ŞÂR-I HAKİKAT ve CEMÜL CEMİ bir namı velidir. Mezkûr olan iki cihanı camidir.

 

   <>

 

   Didar görmeyen yoktur. Cümle halk didar görürler. Lâkin cühela bîhaber olduklarından görmüyorlar; Didar görünmez diyorlar. Cehilleri kendilerine hicâptır. Didara hicap yoktur. Mesela: Padişah zemini seriri saltanatıdan tebdilen çıkıp memleketi seyrân ederse, hangi surette olursa olsun, bilen tanır O'nu, bilmeyen tanımaz. Hatta tanıyan, bir kimseye, Padişah geçti, gördün mü? diye sual ederse, ona, görmedim cevabını verir. belki de, görmediğine yemin eder. Manayı mısra: Cehil hicabı olmasa, bakıcek didar görünür ol şârın kenaresinde. Yani hariç suverden olan eniyetle görürsün. Zira didarı görmekte kesret vardır. Râi ve mer'î ve rüyet tekessür eyledin. Mer'î olan Didar zât ve sıfat ve ef'aldir. Şar kenaresi olan efal müşahade olunur. Ve efal den sıfat; Ve sıfattan zât görünür. Hüviyet ise ayn şâr olmak anda görmek yoktur. << Ve izâ kıyle rüyetinâ lenâ binâ ve rüyetinâ kitâbe ve rüyetele benâ ve rüyete lenâbe.>>

   Şehy Küşteri (k.s.) icat eylediği Karagöz ile cahillerin cehillerin; ve ehli şuhud olan velilerin didarı görmelerine; ve ehli tahkik olanların hüviyetiyyün olmalarına misal kıldılar. Bilmeyen perde ardında muharrek eden ve söyleyeni görmez, suveri görür. Ve bilen kimse perde kenarında görür ki, mahrek ve söyleyen suver değildir; Belki hareketten mahreki ve sözden söyleyeni müşahade eder. Amma perde dahiline girende rüyeti suver olmaz, belki perde dahilinde olan suverin birisi olur. Keza ol şâra dahil olunursa şardan addolunur. Hazreti Sultanı Bayramı Veli (k.s.) buyuruyor:

  

   << Nagehân ol şehre vardım, ol şehri yapılır gördüm.>>

  

   Ey azizler ol şarın dört suru vardır: Evvelki suru TECELLİİ EFAL'dir. << Min haysül efal >> didarı müşahade eylemek. İkinci suru: TECELLİİ ESMA'dır. << Min haysül esma >> didarı müşahade eylemek. Üçüncü suru: TECELLİİ SIFAT'tır. <> didarı müşahade eylemektir. Dördüncü suru: TECELLİİ ZÂT'tır. Didarı müşahade eylemek bu dört suru tecavüz etmeden ol şehre varılmaz. Manayı mısra: Tecelliyatı efal, esma ve sıfat ve zat cümlesini kat eyledim; Mezkur tecelliyatta süluku hakikati tamam eyledim. Nagehan şehri hakikate girdim. Gördüm ki ol şehir her anda teceddüd edip yapılır. Her anda bir hüsn zahir olur ve kendime nazar eyledim; Ol şehirden cüz olduğumdan her anda bir hüsünle fena ile beka arasında yayılıyordu. Şeyh müşareünleyh buyuruyor:

 

   << Ben dahi bile yapıldım taş ve toprak arasında >>

 

   Taştan murad: BEKABİLLAH. ve toprak: FENAFİLLAH. Kemali takaddüm. Ey azizim bir anda iki tecelli olmaz. Abes lazım gelir. İki anda bir tecelli olmaz. Tahsili hasıl lazım gelir. Bundan malum oldu ki her anda bir tecellî olur. Kâlâllahu Teala: << Vemâ emrünâ illâ vâhidetün kellemâ bilbasr ve hüve kulp >> Ve kale: <>.

   Yevmden murad yevmi ilahi yani cüzü lâyete cezzâ gibi an zamanıdır. Bundan ötürü hazreti şeyh buyuruyor:

 

   << Şehirden oklar atılır, gelür ciğere batırılur.>>

   << Arifler sözü satılur, ol şehrin pazaresinde.>>

 

   Oklardan murad, Tecelliyatı İlahiyei isteare mısrai asliyei tahkikyedir. Meşiyyeye oklar müşebbihi tecellii ilâhi veche şebih olan ulâ (evlâ) alakai tesirdir. Lakin vechi şebih evvelkilere hissidir, müşebbihte manevidir. Ve ariflerin sözünden murad: Füyuzatlarını birbirine nakletmektir. Zira birbirinden ketban ve Haraman şanlarından değildir. Ve sanılıyor demek birbirine ol füyuzatları bezlederler. Asla kıskanmak yoktur. İstearei tâbiye filmadedir. Felem. Hazreti şeyh buuyuruyor:

 

   << Şâkirtleri taş yonarlar, yonup üstada sunarlar

         Allah'ın ismin anarlar, ol taşın her paresinde.>>

 

   Şakirtleri ehli meratip baka ve Mahvı taam makamlarında olanlardır. Taş yonarlar, sahıflarını bakiyei sekirden müberra ve mutahhar kılmaya daima saî ederler. Sekr, haldir; makam değildir. Hâle itibar yoktur. Beyti sanide mezkur olan taş ve toprak isteare mısraına asliyei tahkikiyedir. Taş, bakabillah ve makamı sahıv murad olunur. Toprak hali fena ve sekr murad olunur. Ve dahi sekr'in üç mertebesi vardır; Sahvın üç mertebesi olduğu gibi.

   << Yonup üstada sunarlar >> buyurduğu yani baka ve sahıflar tamam oldukta asla bakiyei Sekirleri olmayıp ehli temkin mertebelerine vasıl olurlar. Üstad ve varisi Hakikat onlardır. Lâkin gerek ahvali sekri selâse ve makamatı sahvı selâse ismi zat zikri zarurisiyle mukarin olduğu cemi aza ve cevahir ve kuvai zahire ve bâtına cümleleri bizzarure mürşidi kâmil nefsi ile zikr olurlar. Şeyh hazretleri buyuruyor:

 

   << Bu sözü arifler anlar cahiller işitüp tınlar

          Hacı Bayram kendi banlar, ol şarın minaresinde.>>

 

   Ol şarın minaresi,Makamı Muhammedi olan AHADİYETÜL CEM makama davettir. Bu makama erişmeyince halife ve mürşid olamaz. İsteare mısraıdır. Hatta daveti kelimât tayyibeleri ol makama işarettir. Kelimatı tayyibe EZANI MUHAMMEDİ'dir. Bundan malum oldu ki arifun üç kısımdır: Bir kısmı davetle memur olmaya. El ulemai veresetün Enbiya ve ulemâi ümmeti keenbiyai Beni İsrail buna işarettir. Bir kısmı dahi davetle memurdurlar. Onlar Resul gibidir. Ve bir kısmı dahi Resul mesabesinde kâmillere ehâd zatlardır. Onlar ulûl azim minel Resul mesabesindedir. Ve bu zâtlar gavs ve kutup ve imamen gibi mutasavvıf kümmelindir. Ve billahi tevfik. Lâ mevcude gayre HÛ....

 

   Yazan : Seyyid Muhammed NUR'ül ARABİ (k.s).

   Türkçesi : Kêmal Künmat.

   Eseri istinsah eden : ALİ URFİ (k.s.)

   Mehaz : Kütüphanemde bulunan ve Seyyidin külliyatına ait Ali Urfi Efendi'nin

                  el yazması eserinden alınmıştır.

   Sahife : 426 - 428.

 

5 - AKSARAYLI PİR ALİ:

 

   Ayaşlı Bünyamin'in halifesi olan Aksaraylı Pir Ali, zamanın kutbu gavs'ı kabul edilmiştir. Kerâmet ve himmetleriyle şöhretlidir. Doğum tarihi kesnlikle bilinmiyor. Ancak hicri 935 tarihinde vefât ettiği tezkire ve mezar taşına düşürülen şerh ve beyitten anlaşılıyor.

   Pir Ali cezbe ve aşkta eşsizdi. Tevhid yoluna süluk ettikten sonra şeyh ve pir oldu. Ve kendisine kutbiyyet erişti. Aksaraylı Pir Ali, ikinci devre melamiliğin şahlandığı ve intişar ettiği bir devrin mimarı ve piridir. Onun kişiliğinde melamet zirveye varmış ve kendisinde ilahi azamet nebean etmiştir.

   Diyorlardı ki: <>

   Pir Ali'nin mehdilik iddiasında bulunduğu söylenir. Pir Ali << Mehdi >> olduğunu söylemiştir ama mehdilik iddiasında bulunduğu yanlıştır. Ne var ki Veliler ışıktır; kör gözler aydınlığı sevmez. Bu nedenle bir takım fitne fücur aleti köstebek misali kimseler Pir Ali aleyhine atıp tutarak, Padişah'a şikayette bulundular.

   Padişah da, Pir Ali ile görüştü ve kendsine:

   <<-Sen herkese: Ben Mehdiyim, cennetin dört ırmağı bendedir, dermişsin. Bu sözleri söylediğin doğrumudur? >>  diye sordu.

   Veliler korkusuzdur. İhlâs ve imanları, onları açık konuşmaya, mertliğe götürür. Çünkü onlar için bilinmez yoktur; onlara hiç birşey karanlık ve gizli olmaz. Herşey onlarda durulur, onlarda aydınlığa kavuşur. Padişahın sualine kapalı, kaçamaklı cevap vermedi. Mehdilik davasını ve Mehdi'nin ne olduğunu izah ederek söze başladı ve şöyle tamamladı sözünü:

   << - Padişahım, şimdilik zahirde Mehdi sizsiniz. Dört ırmak da cenneti aladadır. Bizde ki ırmaklar ise: İlim, aşk, hakikat ve marifettir.>>

   Padişah Kanuni Sultan Süleyman şeyhin izahat ve sözlerinden çok hoşnud kaldı. Ona misafir oldu. Şeyh Ali Aksarayi, Padişaha, bal, süt ve su ikram etti. Bunlar birer rümuzdu. Padişah da kısmen olsun bunu biliyordu. Onun için Pir Ali'ye teveccüh ederek:

   << - Bunlar pek güzel, Lâkin şarap ırmağı yok mu? >> diye tekrar sordu.

   Pir Ali tebessüm etti. Başını vezir Pertev Paşa'ya çevirirken:

   << - O da var Padişahım >> dedi ve Pertev Paşa'ya bakıverdi. Göz güneştir Velide. Onun ışık ışık bakışları Pertev Paşayı öylesine yaktı ki, paşa elinde olmadan (ALLAH) diye nara atarak yere yıkıldı.

   Bu aşk adamının bakışlarından âlemler kurtulamazdı. Padişah ayağa kalktı. Gavs ve kutbiyetine inandığı Pir Ali'nin elini öptü ve onunla halvet oldu.

   Çuhadar Pertev Paşa, Pir Ali'nin müridi; Padişah Kanuni Sultan Süleyman da dostu olmuştu.

   Çelebi Derviş Pir Ali Bahaeddin Halife diye künyesi yazılı Pir Ali, Padişah tarafından İstanbul'a davet edildi. Pir Ali, daveti nezaketle red etti. Padişah ısrar ettiyse de, kendisini İstanbul'a celbettirmek mümkün olmadı. Fakat Padişah bu kerre oğlu ile gelmesi için ısrar etti. Pir Ali'nin oğlu İsmail 18 yaşındaydı. Pir Ali, bunun üzerine:

   << - Beni mazur görünüz, fakat oğlumun adı İsmail'dir. O kurban olmaktan çekinmez >> dedi ve oğlu ismail'i İstanbul'a gönderdi.

   Tarihte İsmail Maşuki diye anılan ve Padişahın fermanı ile idama mahkûm edilen melâmi şeyhi, işte bu İsmail'dir.

   Bu olay, Pir Ali'nin kutup ve gavs olduğunu açıklayan bir hadisedir. Pir Ali öyle bir Veli idi ki tasarrufu ölümünden sonra da devam etmektedir.

   Pir Ali edep ve erkân sahibi idi. Halkın edebli olmasını, Ahkâmı Muhammedi ile amel etmesini isterdi. Aksi hareket edenlere celalini gösterir, onları daima ikaz buyururdu.

   İrtihallerinden sonra da, aynı edebin yaşamasını isterdi. Bu bakımdan Aksaray'lılar, türbesine bakan cephedeki evlerine pencere açmazlardı. Kendilerine sual sorulunca halk şu cevabı verir: << Bu zatın korkusundan hepimiz titreriz. Bu tekke civarında nice evler yıkıldı, hanümanlar söndü. Eşiğine ayak basarken yüreğimiz oynar. Sokağa pencere açmadığımızın sebebi hep budur. Bir evin içinde dünyanın iyi, kötü her türlü hadisatı geçer; işte onları göstermemek, mülevvesatı dahilde bırakmak için pencere açmadık.>>

   Üstâd Gölpınarlı'nın Melâmilik ve Melâmiler isimli kitabında sözünü ettiği bu olay aynen vakidir. Ve Pir Ali, bugün bile Aksaray'lılar için bir iltica ve saygı makamıdır.

   Pir Ali'nin İsmaili Maşuki den başka Süleyman isimli bir çocuğu daha vardır ve Aksaray'da bu ailenin torunları yaşamaktadır ki aziz dostum Nadi Sarıyüz, Pir Ali ahvadındandır.

 

Devamı Altta >>>>