Hakk'ı İstersen Yürü İnsan'a Bak

- V - SEYYİD MUHAMMED NUR'ÜL ARABİ'NİN ÖZELLİĞİ‏‏‏

 

 

- V -

 

SEYYİD MUHAMMED NUR'ÜL ARABİ'NİN 

ÖZELLİĞİ

 

 

   Tevhid ve tasavvuf üzerine yazdığı eserlernde Seyyid Hace Muhammed Nur, tasavvuf ve tevhid yolunun hedefi olan melâmet'i sistem içine sokmuş ve tevhid sülukunda yeni bir école tesis etmiştir. Bu kitap onun sistemleştirdiği tevhid eğitimini, ruhsal yükseliş ve ruhsal iniş mertebelerini ilmi ve tarafsız bir gözlemle tesbit gayesini gütmüştür. Bu gaye, yeni bir felsefi - dini inanç sistemini geliştirmek, kendimize has bir düşünce sistemini oluşturmaktır. Bu felsefe, imanın tarifi ve imanın yenilenmesi hedefine yöneliktir. Çağın koşullarına uyan bir din anlayışını, İslâm inancının gerçek yönünü ortaya koymak, onu asırların hurafe ve demagojileri ile karartıldığı dehlizinden çıkarmak gayesini tahakkuk ettiren Seyyid Muhammed Nur, İslâm aleminin yirminci asrı hazırlayan büyük müceddididir. İlmi, hurafe ve karanlığın yerine koymakla İslâm'a dönüşü gerçekleştirmiş; Taassub yerine bilgiyi ikame etmekle İslâm aleminin yirminci asırda,çağın gerçeklerine erişme ve çağ içindeki yerlerini alma imkânını hazırlamıştır.İslâm aleminin aradığı hümanizmanın Batıdan çok kendi bünyelerinde ve dini inançlarında mevcut ve gerçek olduğunu göstermeyi başaran bu Mümtaz insan, bir bakıma unutulan insani değerleri de su yüzüne çıkarmak ve insanı kutsal yerine oturtmakla, bütün insanlığa yeni bir ufuk açmıştır.

   Seyyid Muhammed Nur'un kurduğu bu sistemi asrın en büyük felsefesi olarak ilan etmek asla yanlıŞ değildir. Bence insanlık alemi, hiç bir sistem ve düşüncedemelâmilik derecesinde bir insan sevgisini dile getirmemiştir. Hiç bir inanç ve görüş, hiç bir düşünce Melâmilik kadar insancıl, hümanist ve diğerkam olmamıştır. Bu bakımdan melamiliğin asrımızın yegane inanç ve düşünce sistemi olduğuna inanıyorum. Bunu basit bir tarikat gibi düşünenlerin azim bir hata içinde olduklarını kabul etmek zorunludur. Çünkü melâmilik bir tarikat değildir, bir tevhid neşesidir. bir birlik inancı ve sevgi düşüncesidir. Esasen bizzat melami uluları da Melâmetin bir tarikat olduğunu asla kabul etmemişlerdir. Seyyid Muhammed Nur'u Pir kabul eden bütün büyük kişilerin ayrı ayrı taikatladan olması bu düşüncemizi simgeleyen, inancımızı teyit ve tevsik eden kanıtlar olarak tarihi yerini almıştır. Örneği; İstanbul'da Fatih türbedarı ve zamanın kutbu sayılan Amiş Efendi hazretleri Halveti'dir. İstanbul'un büyük şeyhlerinden ABDÜL KERİM'İ RÛHİ hazretleri KADİRİ, şeyh SAFİ Efendi NAKŞİ ulularındandır. Bu isimleri namütenahi çoğaltmak mümkündür. Biz bu kadarı ile yetinirken diyoruz ki; Melamilik bir tarikat değil, bir düşünce ve felsefe sistemidir, bir inanç akidesinin sistemleştirilmiş düşünce ve bilimidir. Ve onun içindir ki melami için tefekkür ibadet niteliğindedir ve onun içindir ki melamette şekil değil öz aranır.

   Melâmilik seyri ve dersleri dikkatle tetkik edilince görülür ki, gaye, insandır, insanın mutluluğudur, insanın değerlendirilmesi, kutsallaştırılması söz konusudur. Böyle bir inanç ve düşünce sisteminde ise her şey İNSAN'a doğrudur ve her şey İNSAN içindir.

   Seyyid Muhammed Nur'un tedris usulleri üzerinde bir nebze duran, saydığımız bu gerçeklere mutlaka varır.Birinci derste: Efal'in Hakk'a ait olduğu, hareket ve sükunun Hakk'ın olduğu öğrenilir. Bu ders kişiyi gururdan arındırır. Çünkü insan hep kendini üstün görür, kendi davranışını beğenir, başkalarını beğenmez, başka kişilerin hareket ve davranışlarını küçümser kendine varlık izafe ederek gururlanır. Bu hal, kişiyi bencil, egoist kılar; toplumsal yeteneklerini alt - üst ederek onu canavarlaştırır. Melami ilk dersinde kendine ait sandığı fiillerin, hareket ve sükunun Allah'a ait olduğu bilincine varır ve rahatlar. Bu derste: Fenai efal, cennetül efal ve tecellii efal tahakkuku olur ki, bu neşeye gark olan kişinin fiillerinden sorumluluğu, daha başka bir deyimle davranışından dolayı benliğe düşmesi gerçeği ortadan kalkar. Fiillerini, hareket ve sükûnu Hakk'a veren kişnin sıfatlarından da geçmesi gerekir. Zira fiillerin çıkış merkezi esmadır, sıfatlardır. İlk derste fiiller Hakk'a verildikten sonra ikinci ders gelir. Bu tedriste sıfatların Hakk'a ait olduğu öğretilir. Kişi tevhidi sıfat dediğimiz bu ikinci derste Sıfat ve esmanın Hakk'a ait olduğu bilincine erişir. Tevhidi sıfat diye isimlendirilen bu idrak ve tedristen murat bütün varlık aleminde görünen renkler, esmalar, isimler, varlıklar, suretler, görüntüler, tavırlar, kısaca her şey ( hayat, ilim, irade, semi, basar, kelam, kudret ) Allah'a aittir. O halde güzel, çirkin, doğru yanlış ayırımları izafidir.Hiç bir şey bizim değildir, her şey Hakk'a aittir. Böyle bir idrak halinde ise, insanın kendini beğenmesi, güzelliği ve varlığı ile övünmesi, çirkinliği buğz etmesi, başkalarını yüceltmesi veya küçültmesi nasıl mümkün olur? Talip, bu mertebede sıfatları tevhid eder; sonra fenai sıfat, cennetül sıfat ve tecellii sıfat zevkine erişir.

   Tevhidi sıfat ile kişiye, kendi varlığından soyunması telkin edilmekte ve yaratılıştan ötürü ne övünmeye, ne sevinmeye, ne de üzülmeye ve şikayete gerek olmadığı öğretilmektedir. Bu öğreti, kişiyi tevazua ve başkalarını küçük görmeme şuur ve idrakine ulaştırır.

   Seyyid Muhammed Nur'un fenafillah veya yükseliş mertebeleri, fena makamları diye isimlendirdiği ilk üç dersin üçüncüsü Tevhidi Zâttır. Allah Zâtıyla vardır, görünmez amma varlık ancak onunla mevcut.  Varlık Allah'ın Zâtıyle var. Bu vücud ve zât, bize ait değil, Hakk'a aittir. Bu dersteki tevhidi zat, fenai zat, cennetül zat, tecellii zat gibi bölümler ve idrak eğitimi insanı yokluk tavrına eriştirir. Makamı zat denilen bu üçüncü derste zati tecelli olunca kişinin varlığı tamamen ortadan kalkar. Ve Kişinin bu varlıksız hali, onun bütün benliğini savurur. Artık benlikten, vücuddan, bencillikten eser kalmaz ve o kişinin hayatına insan sevgisi ve insana hizmet şuuru hakim olur.Kişi bu derste en büyük günahtan, vücud hakimiyetinden kurtulur.

   Fena mertebelerinin idrak edilmesi kişiyi ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK sırrına eriştirir amma sorumluluğu ortadan kaldırdığı için nakıs bir haldir. Zira kişi, kendi varlığından geçince sorumlu olmaz. Aslında kendisinden geçenin nefsi kalmadığından ondan kötü fiilin sadır olmaması gerekir. Halbuki bu hale bürünmeden kendini o halde sanan veya öyle görünmek isteyen nice kişiler çıkmakta ve sorumluluk taşımadığını iddia etmektedir. Bunlar toplum için zararlı tavırlardır ve bu nedenle bâtınilik makbul değildir. Bunun önlenmesi kendi mahiyetinin bir emridir. Çünkü her fiil, zuhur ettiği esma ve sıfatın sorumluluk etiketini taşır, her fiilde failin nefsî rengi vardır, her fiil bir cüzden tecelli ettiğine göre o cüzün hal ve tavrını taşır, ancak bütün fiiller bir arada zevk edilirse Hakk'a ait olur; tek fiil, zuhuruna bağlı olup mükafat ve cezası failine racidir. Bunu idrak ettirmek ve  ibahiliği önlemek için melamet levm esasına bağlanmıştır, yani melami kendini levm eder, iyi ve güzel fiillerin Hakk'a ait olduğunu kabul ettiğinden kötü ve yanlış bir hareketi olursa onu nefsinden bilir, herkese açıklar ve halk tarafından levm edilmeyi bekler. Bu kötüleme kişiyi nefsini terbiye etmeye zorlar, kusurlarından kurtulmak için kendi ile mücadele eder ve dışın baskısı ile bu savaşı kazanarak hem kusurundan kurtulur, hem de bu kurtuluşundan dolayı övünme imkanını bırakmaz kendine... İşte kişiyi nefis bataklığından, benlik dünyasından kurtarmak için öğretilen bu üç derse fena makamları, ruhsal yükseliş basamakları denmesinin nedeni insanı fani varlığından kurtarıp varlıksızlık haline inkılap ettirmesidir.

   Bir kişi efal, sıfat ve vücudunu Hakk'a verirse kendisi ne olur? O kimse haklı olarak şu suallerin cevabını arar: Benim varlığım Hakk'a ait ise ben neyim? Kimim,Bu varlık yoksa ben neden mevcudum?. Ben varsam, yok farzedilen nedir?.

   Melâmi, akıl ve idrak ile yol alır. Akıl ve idrakin dışına da çıkmaz. Öyle olmasaydı, Seyyid Muhammed Nûr: <<Bu devir keramet devri değildir. Kerameti kevniye değil, keramati ilmiyye devridir >> demezdi. Bu bakımdan melâmi, Hakk'a ait varlık ile var olmadıkça melâmetin tahakkuku söz konusu olamaz. İşte ruhsal yükseliş olan Fena mertebelerinden sonra gelen Beka mertebeleri kişyi kulluk makamına indirmesi yönünden ruhsal iniş mertebeleri olarak tedris edilir. Böylece dördüncü derse geçilir.

   Dördüncü dersin adı Makamı Cem'dir. Bu mertebede vücud Hakk'ındır. Görünen mevcud Hakk'tır. Görünen bu varlık HAKK'ın varlığıdır, ondan başka varlık yoktur. Makamı Cem'de HALK BÂTIN, HAK ZÂHİR'dir. Görülüyor ki fena mertebelerinde varlık yok olurken beka mertebelerinde varlık tekrar iade edilmektedir. Nitekim makamı zatta Hakk'a verilen vücud, makamı Cem'de Hakk'ın vücudu olarak tekrar kişiye iade edilir. Onun içindir ki bu makamın bir adı da: Bekai zât'tır.

   Beşinci derste, tevhidi sıfat ile Hakk'a verilen sıfatlar Hakk'ın sıfatları olarak kişiye iade edilmekte olup bu dersin adı: Hazretül Cem veya bekai sıfattır. Burada HAK BATIN, HALK ZAHİRDİR. Bu ders ile vücud ve sıfatların mahiyeti anlaşılmış olur.

   Cemül cem veya bekai efal diye isimlendirilen altıncı ders ruhsal iniş mertebelerinin üçüncüsü ve tevhid eğitiminin altıncı son dersidir. Halk ve Hakk'ın birleştiği, zahir ve batının, evvel ve ahirin, iç ve dışın birde göründüğü hal olarak tarif edilen bu ders ve makam İNSANIN KUTSALLAŞTIĞI yerdir de. Böylece anlaşılır ki melâmi insanı aramaktadır. Kişi bu makamda insanı bulur, onu keşfeder. İnsan bir anlamı ile Tanrıdır, Tanrısal olur. Bu idrake erişen varlık tek kelime ile Hazreti Muhammed'in ahlakı ile ahlaklanmış, onun hali ile hallenmiş,onun haline yücelmiş mükemmel insandır, insanı kâmil'dir. O kişide zahir olan, söyleyen, yürüyen, düşünen, hareket eden Hakk'dan gayri bir şey değildir. O tevazu sahibidir, mütevekkildir, mütevazidir, hoşgörü sahibidir ve insan idrakinin yüceliğine varmıştır.

   Bu altı dersin anlamı nedir?. İnsana ne verilmek istenmiştir?. Dikkat edilirse fena makamlarında kişi varlığından soyunurken beka mertebelerinde varlık giyinmiştir. İlk üç derste sorumluluk kalkarken ikinci üç derste sorumluluk bütün haşmetiyle geri gelmiştir. Bunun manası şudur: Kişi egoisttir, bencil tabiatı herşeyi kendi nefsine yontar. Oysaki varlık kendi varlığı değildir, idrak ve ihata bakımından vahdet içinde bulunan kişi bir piyondur. Kaderine hakim olamaz. İstidadı ona iktisap ettirir. O halde varlık diye sarıldığı ve kendine ait olduğunu iddia ettiği nefsaniyet ve mevcudiyeti bir vehimden ibarettir. Fena mertebelerinde verilen üç dersle öğrenci vehmi varlığından soyunur. Fakat iş bununla bitmez. Varlığından soyunan, efal, sıfat ve zatı alınan kişiye efal, sıfat ve varlığının iadesi gerekir. Bu idrak beka derslerine aittir ve o kişiye denmek istenir ki: Ey insan, sen bütünden ayrı değilsin, varlık senden bir parça, sen de onun bir parçasısın. Herşey Hak'tır ve Hak'tan başka birşey yoktur. Herşey O'dur. Sen kime dokunsan kendine dokunmuş, kime kötülük etsen kendine kötülük etmiş olursun. Bu vücud senin amma o Hak'tır aslında. Ve bu nedenle senden sadır olan her iyilik Allah'a aittir. Ve sen, artık gayrı kalmadığından kimseye kötülük edemez, kimseye kem gözle bakamazsın.

   Bu şuur ve idrak ile insan altı dersi tamamlar. Bu altı ders veya altı mertebenin ilk üçü ALLAH'aSEYR halidir. Makamı Cem'e bu seyr ile varılır. Makamı Cem'de ALLAH'la SEYR edilir. Sonra ALLAH'tan SEYR başlar ki Hazretül cem ve Cemül cem idrakine varılır.

   Cem, vahdet tavrı; Hazretül cem, kesret tavrıdır. Cem ismi zâtın; hazretül cem, ismi Rahman'ın mazharıdır. Cem, celal hali; hazretül cem, cemal tecellisidir. Cem, vahdete; hazretül cem, fark'a işarettir. Cem, batının izharı; Hazretül cem, sırrın zuhurudur. Bu bakımdan ikisi birlenmedikçe Kemâl olamaz.

   Kul önce Allah'a seyr eder, bu şekilde Hak'tan başka birşey olmadığını şuhud eder. Sonra da Allah'dan seyr edereksıfatların, fiillerin tahakkuku gerçekleşir. Yani tevhidi efal ile Allah'a seyr eden; cemül cem ile Allah'dan seyr ederek ilk başlangıca gelmiş olur ki kişi, o halde, artık arif ve kamildir. Seyyid Muhammed Nûr'un sistemleştirdiği tevhid eğitimi üç ruhsal yükseliş ve üç ruhsal iniş mertebeleriyle birlikte altı makam yada altı derstir ki cemül cemden sonra ahadiyyet denen bir makam ve idrak daha vardır ki o yüceliklerin yücesidir ve Hazreti Muhammed'e tahsis edilmiştir, anlatılmaz söz ve tarife sığmaz. Bu bakımdan tevhid cemül cem ile tamam olur ve bu yerde Hazreti Resûlullah: << Bende bir kulum, sizin gibi yer içerim>> buyurur.

   Bu gaye, yeni bir felsefi - dini inanç sistemini geliştirmek kendimize has bir düşünce sistemini oluşturmaktır. Bu felsefe, imanın tarifi ve imanın yenilenmesi hedefine yöneliktir.  Çağın koşıllarına uyan bir din anlayışını, İslâm inancının gerçek yönünü ortaya koymak, onu asırların hurafe ve demagojileri ile karartıldığı dehlizden çıkarmak gayesini tahakkuk ettiren Seyyid Muhammed Nûr, İslâm aleminin yirminci asrı hazırlayan büyük müceddidir. İlmi, hurafe ve karanlığın yerine koymakla İslâm'a dönüşü gerçekleştirmiş: Taassub yerine bilgiyi ikame etmekle İslâm aleminin yirminci asırda, çağın gerçeklerine erişme ve çağ içindeki yerlerini alma imkanını hazırlamıştır. İslâm aleminin aradığı humanizmanın Batıdan çok kendi bünyelerinde ve dini inançlarında mevcut ve gerçek olduğunu göstermeyi başaren bu mümtaz insan, bir bakıma unutulan insani değerleri de su yüzüne çıkarmak ve insanı kutsal yerine oturtmakla, bütün insanlığa yeni bir ufuk açmıştır. (18)

 

------------------------------------------

 (18) Yusuf Ziya İNAN, Melâmet, 1975. sa: IX - XXII.


Yusuf  Ziya  İNAN

 İSLÂM'DA MELÂMİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ 1976