Hakk'ı İstersen Yürü İnsan'a Bak

-ııı- BİRİNCİ DEVRE MELÂMİLERİN (MELÂMETİLERİN) ÖZELLİĞİ.

 

                                                  -ııı- 
  BİRİNCİ DEVRE MELÂMİLERİN (MELÂMETİLERİN) ÖZELLİĞİ.
 

   Kısaca değindiğimiz birinci devre melâmilerin şeriate ve Peygamber sünnetine karşı sonsuz bir sevgileri olduğu, Resuli Kibriya'ya büyük saygı duydukları, her birinin O'na benzemek istediğini, bütün çabalarının ve asıl gayelerinin O olduğunu hayatlarını okurken öğrenmek mümkün olduğu gibi, onların sözlerinde de aynı gerçek kulağımıza bir hoş gelmektedir. Bu da gösteriyor ki MELÂMET ahkam ve ahlakla var ve melâmi ahlak ve ahkamla mukayyed en mütevazi insandır. Onun içindir ki bize göre melâmi güneş kadar sahavet sahibi, akan su gibi cömert; ölü kadar mütevekkil, toprak gibi mütevazi kimsedir. Birinci devre melâmiler İslâm dininin şekil ve kalıplarına son derece riayetkâr ve dikkatlidirler. Buna karşı da İslâm dininde kibir ve büyüklük olmadığı halde din adamlarında görülen  azamete de o derece karşı ve isyankârdır. Onların gönül ve fikir dünyalarında İslâm'ın ilk heyecanı, coşkunluğu, aşk ve cezbe hali her şeye hakimdir. Dış değil, İç önemlidir onlar için.. Lakin bu inanç da onları dışı devmekten men etmez. Onlar her zuhurun Hakk, ve her esmanın kendi mazhariyet ve istidadında kemalde olduğunu gördüklerinden her yaratılmış şeye karşı sonsuz bir sevgi ve saygı ile doludurlar. Fakat onlar için cezbe ve aşkın üstünde tek şey vardır: Hazreti MUHAMMED'i sevmek. Melâmetin ilk şartı Peygamberi sevmektir; O'nun yüce hali ile hallenmektir. Resule gönül vermek ve Resul'de fani olmasını bilmektir, O'nun kutsal varlığında yok olmak, mutu kable ente mutu sırrına mazhar olmaktır. Bu bakımdan melâmet neşesinde fart bir şeriat sevgisi, Peygamber sünnetine bağlılık ve insanı sevmek temel unsurdur. Ancak bu şeriat sevgisi ve sünnete bağlılıkta öz esastır, kalıp değil. Elbise ve dış edebtir amma iç önem kazanır melâmet için... Bu sevgide Allah'ın lütuf ve rahmeti gizli. Bu sevgi ilahi seyrde anlam kazanmakta. Ve bu sevginin özü birliktir.

   Sevgi seven ve sevileni birlemeyi, sevgiliye hoş görünmeyi, O'nun gibi olmayı zorunlu kılar. O halde Hazreti MUHAMMED'i sevmek demek O'nun gibi olmaya çalışmak, O'nun hoşuna giden şeyleri yapmak demektir. Melâmet erleri o sevgiye hak kazanabilmek için ilim yolunu tutmuşlardır; O'na benzemek için emrine tabiiyet etmek suretiyle nefislerine karşı cihad ilan etmişlerdir. Resul muhabbeti onları tevazua, hoşgörüye, gurur ve kibirden kaçınmaya, dünya tutkusundan uzak kalmaya sevketmiştir. Bu konuda o derece hassasiyet göstermişlerdir ki, kendilerine enaniyet - benlik gelir diye halka kötü görünmeye, halk tarafından levm edilmeye adeta gayret gösterirler. Esasen bu özelliklerinden dolayıdır ki MELÂMETİ OLARAK anılırlar. Şeyh Yusuf bin Hüseyn'in halk'a kendini sırlaması ve kötü göstermek istemesinin nedeni bu melâmet anlayışı idi.

   Şeyh Şucai Kirmani'nin kızını prense vermemesi O'nun melâmet anlayışında şekillenir. O büyük Osman'ın kalbindeki çizgiyi bile günah sayıp bunu üstadına açıklamasının gerçek nedeni, nefsi terbiyeye gösterilen ihtimam ve dikkattir.

   Melâmetiler ismiyle tarih sahifelerinde ebedileşen ve insanlığa örnek olan pek çok ulu kişinin sonsuz tevazuları, insanlara gösterdikleri ibretli yüce sevgi, nefislerine zulm hususunda görülen ısrar ve kararlılık hep melâmet neşesinin hayata renk katan faziletleri değilmidir? Onlar yüceliği yoklukta; huzur ve mutluluğu yık olmakta bulmuşlardı. Bu yokluk madde yokluğu değil, nefis ve varlık yokluğudur. Yani onlar kendi vücud varlıklarının bir gölge, bir zuhur, bir imkan olduğunu sezmişlerdi. Kendi vücud varlıklarının Hakk'ın vücuduna ait bir zuhur olduğunu anlamış, kendi nefislerinin aslında bir vehimden ibaret bulunduğunu, kendi nefisleri olmadığını, her şeyin Allah'a ait bulunduğunu idrak etmişlerdi. Ve melâmet erleri, nefis saltanatı ve dünya hegemonyasının kahredici azamet ve ihtirasına karşı çıkan yüce kahramanlar olarak insanlığın gönlünde yaşarken asırları ve şartları içinde gösterdikleri özellikleri ile bir devri ve bir tavrı sistemleştirmişlerdir. Onların müşterek vasıfları şöylece saptanabilir:

   1 - Melâmeti'ler nefis terbiyesini en üstün tutmuş, nefisle mücadeleyi en büyük cihad kabul etmiş ve bu savaşın kutsallığı içinde yaptıkları mücadele ve gösterdikleri kahramanlıkla insan gönlüne sultan olabilmişlerdir.

   2 - Hepsi takva'yı temel kabul etmiş ve TAKVA'nın TEVHİD'in TEMEL TAŞI olduğu inanç ve yaşamında birleşmişlerdir. Bu bakımdan İslâm'ın kutsal prensiplerine sadakat, emirlerine itaat ve nehiylerinden sakınma hususunda herkesten çok dikkatli ve ihlaslı hareket etmişlerdir.

   3 - Melâmetiler sünneti peygamberiyi katı ve dar kalıplarla almamış; ibadet ve davranışları da sünnet içinde mütalaa etmiş ve yaşamlarında peygamber sünnetini fiilen gerçekleştirmeye çalışırken ihlâstan ayrılmamışlardı. Onlara göre RESULİ KİBRİYA'nın her hareketi, her sözü, her fiili, her davranışı sünnetti ve o şekilde hareket etmek din ve imanın da ilk şartı idi. Ahlaklı olmak ve ahlaki davranmak, şuur ve idrak sahibi olmak ve blimli davranmak onların temel anlayışlarındandı. Bir tek şeyde taklid makbuldü. O'da Peygamber ahlak ve adabını benimsemek ve yaşamakta Peygamber'e dikkat edip onu taklid etmek şarttı. Bunun dışında taklidi hoş karşılamıyorlardı.

   4 - Şefkat ve merhamette eş ve benzerleri yoktu. Diğerkamlık  ve hoşgörü onların tabiatı haline gelmişti. Hiç bir şeyi kendilerine isnad etmez, hiç kimseyi kendilerinden aşağı görmezlerdi. İnsanlara çok saygılı idiler. O derece bir sevgi ve saygıları vardır ki başkalarının huzur ve mutluluğu için fedakarlıktan çekinmez, kimseye takaza etmezlerdi. Bu öyle bir içtenlikle bezenmiş bir saygı idi ki yanında bir kabahat işleyen bir hatuna bunu sezdirmek ve onun mahcubiyetini istemeyen Belh'li HATEMİ ESAM, o kadın yaşadığı sürece kendini sağır gibi göstermekten çekinmemiştir. Bir ömür boyu kendisini sağır gösteren sır, bir kardeşin, bir Âdem evladının mahcubiyetini önleme kararlılığı idi ki böylesine yücelik çok az insana nasiptir.

   Başka kişilerin fikir ve inançlarına hürmetleri sonsuzdu. Ve kimseye küfür isnad etmezlerdi. Beşeriyet için daima iyilik ve güzellik dileyen bu erler herkesi kendi tabiat ve yaratılışında kemal'de ve yerinde doğru kabul ederlerdi. Hata ve kusur görmezler ancak kendilerini hatalı ve kusurlu göstermekten çekinmezlerdi.

   5 - Namaz ve oruçta tavizkâr değildirler. Fakat Namaz ve oruçtan başka bir esas görmeyen mutaassıp kişilere karşı namaz ve oruçlu görünmek ihtiyacını duymamış, namaz ve orucu her şey sananlara bu namaz ve orucun da kendileri için put olduğunu kabul etmişlerdir. Melâmette namaz ve oruç da olsa bir şey insana benlik kazandırıyorsa, nefsi ondan hoşlanıyorsa o şeye iltifat edilmez. Melâmet neşesinde namaz ve oruç bir borç değil, Allah'la mektuplaşma ve Allah'a yakın olma aracıdır, nefis terbiyesinin ilk şartıdır ve müslümana farz olan namaz ve oruç melâmet neşesine bürünen kişiye farz-ı ayn'dır. Bu bakımdan melâmetiler namaz ve oruça çok devam etmiş, sabahlara kadar namaz kılmayı; günlerce, aylarca oruç tutmayı kendileri için bir mecburiyet kabul etmişlerdir.

   6 - İlk devre melâmetiler, Sıddıkiye kolundandır ve çoğu tarikat terbiyesi almışlardır. Bu cihetten riyazat, mücahede, mürakabe ve müşahadeye çok önem verirler. Riyazat ve çile çekmek, tevhid yolunun vazgeçilmez kuralıdır. Onlar da bu kurala sadakat göstermişlerdir.

   Tarikat ehlinin tabi olduğu çile ve seyahat, melâmetiler için de önemini korur. Ve melâmet erleri çile yolundan geçmiştir, seyahatlere çıkmış, açlıkla beraber çeşitli ve zor nefis imtihanlarından geçmişlerdir.

   7 - Melâmet erleri keramete önem vermez, aklın dışında bir şey kabul etmez, Ancak hepsi bu konuda ittifak ettiği halde hepsi de keramet göstermiştir. <<Söze burhan ve hüccet gerek>> kavlini onlar da kabul etmiş ve dostlarına himmeti esirgememişlerdir. Meselâ Bayezidi Bistami'nin hançerlenme olayı, Şeyh Yusuf'un Ebu Osman'a gösterdiği ilgi, Zunnun-u Mısrî'nin kerametleri, İbrahim Ethem'in balıklarla münasebeti gibi keramet ve himmet gösterileri ihtiyaç duyuldukça uygulanmış ve imanı zayıf olanlar uyarılırken İman sahipleri de takvada daha ileriye itilmştir.

   8 - İlmi baş tacı edinmişler, ilim yolunda çalışmayı ibadet telakki etmişler ve insanlara hizmeti de en yüce ve ulvi ibadet olarak değerlendirmişlerdir.

   9 - Dini ilimlerde yeni ufuklar açacak kadar ileri gitmişler, her biri bir felsefe okulu tesis edecek derecede ileri düşünceler ve prensipler ortaya koymuşlardır.

 10 - Dünya malına hiç değer vermemekte eş ve benzerleri yoktur. Şehvete karşı takındıkları tavır, ancak kahramanlık olarak tasavvur edilebilir. En küçük bir iç kayış bile onları aşırı derecede tedirgin etmiş, bu nedenle kendisine emanet edilen cariyeye karşı içinde bir ilgi çizgisi görünce Ebu Osman, şeyhine koşmak ihtiyacını duymuştur.

 11 - Hazreti Muhammed'in ahlakı ile ahlaklanmayı kendileri için en büyük nimet ve şeref saymışlardır.

 12 - Vahdeti Vücud felsefesine kaildirler. Her şey Hakk'a aittir ve her şey Hakk'ın tecellisidir amma kulluk şerefi onlar için en büyük şereftir ve kul olarak sorumluluk mutlaktır. Bu bakımdan teklifi ilahiyeye karşı çıkmamış, ehli sünnetin emir ve nehiylerini aynen kabul etmişler, bunlar üzerinde münakaşa etmemeyi doğru bulmuş, onları yerine getirmeyi TAKVA'nın gereği ve şartı telakki etmişlerdir.

   Kısaca melâmet neş'esi insanı insan yapan hasletler mecmuasıdır ve gerçek bir Melâmi insanlara sadece hayır ve hizmet sunar. Melâmi'den kimseye zarar gelmez. Çünkü onda din, insan sevgisi halinde oluşmuştur. İbadet, O'nun gözünde, insana hizmet etmek ve insanlığa yararlı olmakla eş anlamlıdır. Bu da; her türlü fazileti, her nevi dini emir ve yasağı uygulamak ve dini hayatla birlikte yaşamak ve yaşatmaktan ibarettir.

   Birinci devre melâmilikte hedef: İNSAN SEVGİSİ VE İNSANA HİZMETTİR. Bu gayeye varmak için özel bir eğitim ve felsefi görüşleri yoktur. Her biri bir tarikatta yol almış ve tarikatların tüm merasimlerine tabi olarak gelişen bu er kişiler her nevi merasim ve imtihandan geçmiş, tarikat çilesi çekmiş, şekil ve kalıplar içinde seyrederek ŞEKİLSİZ ve KALIPSIZ gerçek bir HÜR'lük ve SEVGİ'ye erişmişlerdir.

   Birinci devre melâmetiliği bir sistem değil sadece bir yaşamdır. Özünde insan idrâkî ve sevgi yatar. Şekil ve tarikat kayıtlarında yetişmiş olmalarına rağmen savundukları şekilsizliktir. Dini kurallara tamamen riayet ettikleri halde dini kuralların özüne inilmesi ve idrak edilmesi gereğine inanmaktadırlar. Vahdeti Vücud anlayışları da sistemli bir felsefi görüşü yansıtmaktan çok tarikatın tevhid inancına bağlı bir Vahdet anlayışına sahiptirler. Amma her halükârda tam takva üzere yaşamışlar, inançları ile yaşantıları arasında tam bir uyum sağlamışlar ve beşeriyetin çok az görebildiği bir  İÇ - DIŞ ahengi gerçekleştirerek zirveye erişmişlerdir.

   Birinci devre melâmetilerde tarikatlar kaydı İkinci devrede gittikçe etkinliğini yitirmekte ve melâmet zamanla bir sisteme doğru aşamasını sürdürmektedir. İkinci devre melâmilerde birincilere nazaran daha büyük bir serbesti vardır ve geniş bir kayıtsızlık ve hoş görü ikinci devrede adeta şekle karşı isyana dönüşür.   

 

İSLÂMDA MELÂMİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ. 

Yusuf  Ziya  İNAN / 1976