Hakk'ı İstersen Yürü İnsan'a Bak

ÖNSÖZ

 

 

                                         ÖNSÖZ

                                                                                                              
                                                                  

Olaylar etkinlğini sürdürür ve devirler büyük olaylarla simgelenir.Tarih sahnesinde açılan her perde bir olaydır;ve her olay bir perdeyi aralar. Tarih gibi,düşünce ve inanç dünyası da aynı şekilde olaylarla bölünür;eserler ve yarattığı etkinlik,ya da, kişilerin davranışını saran özellik, devirleri simgeler.
Hz. Adem'den bu güne kadar asırlar geçti.İnanışımızdaki bir beyana göre 124 bin Peygamber gördü beşeriyet. Ve her biri Allah'ın ve aklın emrini tebliğ etti. Her biri kişiliğinin damgasını vurduğu zaman perçası içinde geçip gitti. Onların ortaya attığı görüşler prensipler olarak toplum hayatına yön verdi; bir süre o ümmetler yaşamlarını sürdürdükten sonra tarih sahnesinde; hayat ortamından kitap sahifeleri arasına çekiliverdi. Lut kavmi, Semut kavmi; ve din kitaplarında sözü edilen daha nice kavim, peygamberlerin emirlerine itaat etmediklerinden sonunda helek olmuş ve bu alemdeki yerleri, başka kavimler ve milletler tarafından doldurulmuştur.
İlk insan toplum hayatına intibakta zorluk çekmişti. Zaman,toplumsal hayatı zorunlu kılıyordu. Akıl ve tecrübe de toplumun gereğini ortaya koydu.Esasen içtimai bir varlık olan insanın,cemiyet hayatında yaşaması,onun tabiatı icabı idi. Ve böylece klan dan günümüz modren toplumuna erişinceye kadar devam eden beşeri çaba ve tekamül, yaradılışın kuralı olarak zuhura gelmişti. Bu sosyal kavga,kendi ile birlikte yeni yeni inançları peşpeşe ortaya çıkarmış; sosyal gelişmeye muvazi bir dini tekemül de beşeriyetin bariz bir özelliği olarak belirmiştir.
İlk insanın tabii afet ve tabiat olayları karşısındaki aczi, onu,tabiat olaylarına mahkum ederken güneş,rüzgar,zelzele,dağ, deniz,fırtına'nın Tanrılaştırılmasına şahit olunur. Sonra toplum hayatına geçişle birlikte kuvvet, Tanrı simgesi haline gelir. Hayvanlara ve İnsanlara tapma devri başlamışatır. Zaman, beşeriyeti yeni bir idrake hazırlamaktadır. Yer yer tek Tanrı
inancı gönüllerde esmekte,fakat sonuç yine çok Tanrlı bir hayatın devamı olmaktadır. Bu hercümerc içinde Beşeriyet, kitapta geçen Peygamberlerle şereflenir. Ve onları Hz. Davut, Hz. Yakub, Hz. Musa, Hz. İsa ve nihayet hatem'ül enbiya ve Habibi kibriya olan Hz. Muhammed aleyhisselam izler.
Hz. Muhammed (s.a.v.)'in tebliğ ettiği din İslamiyet'tir, tevhid dini'dir. Mekke'de doğan, bir güneş gibi alemleri kuşatır. Allah sevgisi ve Allah birliği insan gönüllerini tutuşturur amma herkes, bir şeyi aynı şekilde anlamaz, anlayamaz. Herkes kudreti kadar anlar; idraki nisbetinde kabul eder birşeyi. Ve hiç kimseye vus'u ve takati dışında teklif yapılmaz. Bu sebeple İslam dininde de çeşitli mezhebler, tarikatlar ve yollar çıkar. Ne var ki bunların en yüksek hedefleri birdir; hepsi insan-ı kamili aramakta; hepsi Allah'ın ipine sarılma gereğini duymakta ve her biri Allah'ın boyası ile boyanmak istemektedir. Bu ise uzun bir nefis terbiyesini, eğitimi, nefse hakimiyeti davet ve insanın, kendi varlığı ile mücadele etmesini zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk, çeşitli tarikatlerin doğum sebebidir. Ancak nefis terbiyesinde tutulan yol, her birinde başka başka olmasına rağmen varılan hedef ve hal birbirine uygun bulunmaktadır. Öyle ki hangi tarikate girerse girsin, ehli tevhid fenafillah olacaktı. Ve her yol alan, insanı kamil hüviyetini iktisab ediyordu. Bu ariflerin derceleri birbirinden farklı idi amma bazıları nefis ve varlıklarından öylesine tecerrüt ettiler ki, her iyi fiilin Allah'a ve her kötü hareketin de nefislerine ait olduğunu iddiadan ve vahdeti vücud inancını açıklamaktan çekinmediler.Bunlar daha da ileri giderek Hakk'a makbul olmak için halk'a menfur görünmeyi ve kendilerini levm ettirmeyi meslek haline getirdiler ki, tarihçi ve bilginler bunları MELAMİ olarak tarif eder. (*)


(*) a) Melami kelimesi ilk defa Muhyiddiyni Arabi tarafından kullanıldı. Ondan önce Melamiler, melameti olarak anılırdı.
b) Peygamber aleyhisselam şöyle buyurdu: "Allah'ın boyası ile boyandık.Kim Allah'ın boyasından daha güzel şeyle boyanabilir? Biz ancak ona ibadet edenleriz.."
Kur'anı Kerim, Bakara Suresi, ayeti kerime: 138


Melamiler,bir tarikat mensubu değildi. Her hangi bir tarikattan olmaları, ya da olmamaları önemli sayılmıyordu. Önemli olan hal'di; tavırdı; nefse hakimiyetti. Bu kişilere melameti denmişti. Asırlar sonra melametilerin, Bayramiye tarikatında yeni bir devri sembolize ettiklerine şahit oluyoruz.İkinci devre Melamiliği Beşir Ağa'nın idamı ile son bulur ve Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi'nin zuhuruna kadar melamet, gizli bir vahdet mektebi olarak bilhassa Rumeli'de mevcudiyetini sürdürür.
Tarihi gelişimde kendilerine has özellikleriyle dikkati çeken melamiler, belirli bir tarikatın mensubları değildir; çeşitli tarikatlere bağlı bu kişilerin melami diye anılması, onların kişisel tutumlarındaki farklılıktan ileri gelmekte ve her çağda kendilerini izhar imkanını bulmaktadır. Şöyle ki: Melami, levm esasından hareket eder. Kendini kötü göstererek nefsini terbiye çabasındadır. O kadar yokluğa gömülür ki daha bu dünyada ölü'dür; nefis ve varlığından hiç bir iz bırakmak istemez. Dini, insan sevgisi olarak anlamıştır. Tek hedefi insandır ve insana hizmettir. Tefekkür ve çalışmayı ibadet kabul eder; hizmeti, enbüyük ibadet sayardı melamiler. Hiç bir şeyi kendilerine nisbet etmeyen bu kişileri batıni, ibahi kabul etmek imkansızdır. Çünkü, kendilerinde hiç bir varlık görmeyen melamiler, kayda karşı olmakla beraber ahkam-ı ilahiye'ye son derece bağlıdırlar. Onların kayıtsızlığı insana kutsiyet izafe etmeleridir amma özellikleri Allah'a kulluktu. Fenafillahın ötesinde beka'ya inanır, fenafillah olmanın bir idrake varış olduğu bilincinde olduklarından, gerçek yüceliğin, dönüş, kulluğa ve kesrete avdet olduğunu müdriktirler. Bu bakımdan ahkam-ı Muhammediye bağlılıkları sonsuzdu. Fakat faziletli görünmenin, kendilerine gurur vereceği ve itibar sağlayacağını düşündüklerinden, takvaları icabı, kendilerini levm ettirici bir zahiri görünüşü benimsemişlerdi. Bu ise şimşekleri üzerlerine çekmelerine yetti ve arttı bile. Böylece şeyhül islam ve diyanet adamlarının husumeti değişmez bir kural haline geldi. Din adamları, melamilere yüklendikçe, melamiler sessiz kaldı. Tevatüre tevatür, iftiraya iftiralar eklenince melamiler, Osmanlı Devleti içinde adeta kanun kaçağı muamelesi görmeye başladı. Ve nihayet Beşir Ağa'nın katli olayı ile uzun süre tarih sahnesinden kulise çekilip halk arasında gizlice devam ettiler.
Seyyid Hace Muhammed Nur'ül Arabi, 19.ncu asrın yeni müceddidi oldu. Melamiliği, vahdeti vücud ve vahdeti şuhut hamuru içinde yeniden yoğurdu. O'nu bir tavır ve bir neş'e olarak ele alırken ilmin gereğini bir kenara itmedi. İlimle aşkı birleştirmeyi; Akılla kalb arasında bir köprü kurmayı prensip kabul etti. Yüce kişiliği ile melameti, İslamın en kudertli felsefi sistemi haline getirdi.
Uzun yıllar unutulan melamet, aslında her vakit vardı ve her çağda varlığını hissettirecektir. Zira; melamet,yokluktur; Adem'den ademiyete; var'dan yok'a; kevn'den la kevn'e geçiştir. Nefsi terk, terki de terktir. O hal de bu yüceliğe varışın çabası ve mükafatı olan melamtin de her an mevcudiyeti asıldır.
Melamet, İnsanın yücelmesidir; insanın kendi varlığında Hkk'ın varlığı ile varolmasıdır; Güzellik ve faziletin insan vücudunda hayat bulmasıdır. Bu bakımdan 21.ci asır melamiliği arama asrı olacaktır. Bu bakımdan Ademoğlu, melamete yönelen bir çağa yavaş yavaş girmektedir.
Biz aczimizle MELAMİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ'ni kitabımıza konu aldıysak, bu, bir iddia değil, bir inancın etkisi ve eseri olmuştır. Bu çalışma, bir ilmi araştırmanın eseri olmaktan ziyade bir aşk'ın coşkunluğudur; ve bu konuda çağımız gençlerine ışık tutan yazarlarımıza, rahmetli Ömer Rıza Doğrul'a ve bilhassa Melamiliği ilk defa ilim kürsüsüne getiren Abdülbaki Gölpınarlı ağabeyimiz gibi büyüklerimize saygımızdır. Onlar melamet üzerinde tefekkür ettiler. Kitaplar yazıp melamiliği üç devre halinde ifade ve gençlere öğrettiler. Biz de o sisteme bağlı kaldık ve melamiliği, bu ilmi kriter içinde anlatma ve nakli, ilmin ahlakı olarak kabul ettik. Yoksa söylediğim gibi melamilik her çağın zirve zevkidir, tasavvuf ve tevhidin hedefidir ve tüm inançlarda varılması gereken (yokluk) noktasıdır. Devirlere ayrılması, çağlarında gösterdikleri özellikler nedeniyledir ve her devir melamileri ayrı bir zevki, ayrı bir idrak ve ayrı bir özelliği temsil etmekte ve kendilerini böylece tescil ettirmektedirler. Biz bu eserimizde ilk ve ikinci devre melamileri üzerinde kısa bilgiler vermeye ve kendilerine (melami) dedirten ve bir école=okul tesis eden büyük mutasavvıfların menakıbını ve sözlerinden bazılarını nakle ve 3.cü devre melamiliğin zuhurunu izaha gayret ettik. Noksanlarımız, hatalarımız, eksiklerimiz elbette oldu. Amma aşk ve ihlasla sarıldığımız bu çalışmanın okuyucularıma bir şeyler verebileceği de kabul edilmelidir.
İnsan bir bütünün içinde hareket eder. Beşeriyet, ilim ve aklın müşterek mahsulüdür. Eserler, ne olursa olsun, kendilerine bir yer ve bir etki alanı bulur. Biz acizane çalışmalarımızı yaparken, müşterek eserimiz olan insanlığa ve onun yüce ilmine, hiç değilse çapımız kadar etkili olacağımıza inanmakla müteselliyiz. Kusurlarımız ve noksanlarımız için de okuyucunun hoşgörüsüne sığınırım. Her şeyden önce (çalışmaya) inanıyorum. Boş oturmaktansa bir şeyler yapmanın daha yararlı olduğu muhakkak. Hiçbir şey düşünmemektense bir şeyler düşünmenin daha doğru olduğunu kabul ediyorum. Bu bakımdan, huzurunuza bir eserle çıkmanın rahatlığı içinde kitabımı: Yirminci asrın yüce müceddidi Seyyid Hace Muhammed Nur’ül Arabiyyül Melami’nin aziz ve kutsal ruhuna ithaf ediyorum. El-Fatiha.

Yusuf İNAN
20.06.1976
Bahçelievler - İstanbul